Mahalli idareler (belediyeler ve il özel idareleri), kendilerine verilen görev ve hizmet alanlarında, ilgili mevzuatta belirtilen usullere göre şirket kurabilmekte veya kurulu bulunan şirketlere ortak olabilmektedir. Mahalli idareler tarafından kurulabilen şirket türleri ise anonim ve limited şirketlerdir. Tatbikatta “mahalli idare şirketi” olarak isimlendirilen bu şirketlerin yönetim ve temsil organı; anonim şirketlerde yönetim kurulu, limited şirketlerde ise müdür/müdürler kuruludur.
1. GİRİŞ
6102 sayılı Türk Ticaret Kanununa (1- 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu, 14.02.2011 tarihli ve 27846 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.) (TTK) göre mahalli idare şirketinin yöneticileri (yönetim organı üyeleri -anonim şirket şeklinde kurulan mahalli idare şirketlerinde yönetim kurulu üyeleri, limited şirket şeklinde kurulan mahalli idare şirketlerinde de müdürler-), kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde, hem şirkete hem ortaklarına hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumludur. Bu genel sorumluluk hali dışında anılan Kanunda özel sorumluluk halleri de öngörülmüştür. Mahalli idare şirketlerinde yönetim organı üyelerinin hukuki sorumluluğu esas olmakla birlikte, söz konusu sorumluluğu ortadan kaldıran haller de aynı Kanunda ayrıca düzenlenmiştir.
İşte bu çalışmada, mahalli idare şirketlerinde yöneticilerin (yönetim organı üyelerinin) hukuki sorumluluğunu ortadan kaldıran sebepler detaylı olarak incelenmiş ve değerlendirilmiştir.
2. MAHALLİ İDARE ŞİRKETLERİNDE HUKUKİ SORUMLULUK
Hukuki sorumluluk, meydana gelen zarardan kimin sorumlu olduğunu gösteren ve bu amaçla zarar görenin zarar verene karşı zararının giderilmesini talep hakkını düzenleyen normlar bütünüdür. (2- Necla Akdağ Güney, Türk Hukukunda Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2008, s.29.) Anonim ve limited şirketlerde sorumluluk esasen şirket tüzel kişiliğine ait olup, bu şirketlerde temsile veya yönetime yetkili olanların, görevlerini yaptıkları sırada işledikleri haksız fiillerden şirket sorumludur (TTK’nın 371/5, 632). Dolayısıyla anılan şirketlerde yönetim organının sorumsuzluğu esastır. Buna karşın, yönetim organı üyelerinin kusurlu olarak kanun ve esas sözleşmede öngörülen görevlerini yerine getirmemesi ve bundan dolayı bir zararın oluşması halinde söz konusu kişilerin hukuki sorumluluğu gündeme gelir. TTK’da şirket yönetim organı üyelerinin hukuki sorumluluğu, “genel sorumluluk” ve “özel sorumluluk” şeklinde olmak üzere ikili bir ayrıma tabi tutulmuştur.
Genel sorumluluk kapsamında yönetim organı üyeleri, kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde, hem şirkete hem ortaklara hem de şirket alacaklılarına karşı verdikleri zarardan sorumludurlar (TTK md. 553/1, 644/1-a). Mezkûr hükümde, “Kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerin ihlali” denilmek suretiyle, yönetim organı üyelerinin sorumluluğunu doğuran sebepler somutlaştırılmıştır. Bu madde kapsamında “yükümlülük”, yönetim organı üyelerinin bir görevi ve/veya yetkisi çerçevesinde, kanunda veya esas sözleşmede öngörülen hususlardaki yapma ve yapmama zorunluluklarını ifade etmektedir. Zikredilen maddeye göre sorumluluğun doğabilmesi için yükümlülüğün kanundan veya esas sözleşmeden kaynaklanması gerekmektedir. İdari düzenleme ile getirilen yükümlülükler, kanuni bir dayanağa sahip değilse bu kapsamda değerlendirilmez.
TTK’da yönetim organı üyeleri hakkında genel hukuki sorumluktan ayrı olarak bazı özel sorumluluk halleri de düzenlenmiştir. TTK’da düzenlenen özel sorumluluk halleri; belgelerin ve beyanların kanuna aykırı olması (md. 549, 644/1-a), sermaye hakkında yanlış beyanlar ve ödeme yetersizliğinin bilinmesi (md. 550, 644/1-a), ayni sermayeye değer biçilmesinde yolsuzluk yapılması (md. 551, 644/1-a), genel kurul kararları aleyhine kötü niyetle iptal veya butlan davası açılması (md. 451, 622), birleşme, bölünme ve tür değiştirmede ilgililerin zarara uğratılması (md. 193), hâkim şirket ve bağlı şirket arasındaki hâkimiyetin hukuka aykırı kullanılması (md. 202) şeklinde sıralanabilir.
Yönetim organı üyelerinin hukuki sorumluluğuna gidilebilmesi için; kanun ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerin ihlal edilmesi nedeniyle bir zararın oluşması, söz konusu zararın bunların kusurlu hareketlerinden kaynaklanması, ayrıca kanuna veya esas sözleşmeye aykırı davranış ile zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir. Bahsi geçen unsurlardan herhangi biri mevcut değilse, mahalli idare şirketlerinin yönetim organı üyeleri hakkında hukuki sorumluluğa başvurulamaz.
Mahalli idare şirketinin uğramış olduğu zararın sorumlulardan talep edilebilmesi, bir başka deyişle aktif dava ehliyeti her şeyden önce doğrudan zarar gören şirket tüzel kişiliğine aittir. Ancak, şirketin dava açmada ihmalkârlığı veya sorumluların şirkete hâkim olmaları sebebiyle davanın şirket tarafından açılmaması ihtimaline karşın kanun koyucu dava açma hakkını şirket tüzel kişiliği yanında her bir ortağa da tanımıştır. Zira şirketin malvarlığını azaltan her eylem payları oranında ortakları da etkilemektedir. Ancak kural olarak ortaklar, tazminatın ancak şirkete ödenmesini isteyebilirler. Şirket alacaklılarına ise sadece şirketin iflâsı halinde sorumluluk davası açma hakkı tanınmıştır (TTK md. 555-556, 644/1-a).
3. HUKUKİ SORUMLULUĞU ORTADAN KALDIRAN SEBEPLER
TTK’da anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğunu ortadan kaldıran sebepler detaylı olarak düzenlenmiş (md. 553/2-3, 558-560); limited şirketlerde müdürlerin hukuki sorumluluğu ise anonim şirketlere ilişkin hükümlere yollamada bulunulmak suretiyle tanzim edilmiştir (TTK md. 644). Dolayısıyla, aşağıda yer verilen haller, hem anonim şirketler hem de limited şirketler hakkında uygulanmaktadır.
3.1. İbra
Arapça kökenli bir terim olan ibra; sözlükte “aklama, temize çıkarma, beri kılma, beraat etme, aklanma, borçtan kurtarma” anlamlarına gelmektedir. (3-Esat Şener, Hukuk Sözlüğü, Seçkin Yayınevi, Ankara 2001, s.313.) Şirketler hukukunda (4- Şirketler hukukundaki ibra, borçlar hukuku alanındaki ibra sözleşmesinden farklılık gösterir. Buradaki ibranın gerçekleşmesi için ibra sözleşmesinden farklı olarak ibra edilenin kabulüne gerek yoktur; tüzel kişinin yetkili organının tek taraflı irade beyanı ile ibra gerçekleşmiş olur.) ibra, menfi borç ikrarı (borçtan kurtarma) niteliğindedir. İbra kararı ile birlikte, hesap dönemi içerisinde gerçekleşen işlem ve faaliyetler ile bunların sonuçlarının, yönetim organı üyeleri açısından bir sorumluluk taşımadığı şirket tarafından kabul edilmiş, kendilerinden tazminat dâhil herhangi bir talebin olmadığı beyan edilmiş ve güven açıklamasında bulunulmuş olmaktadır. Bu nedenle, genel kurulun ibra kararı almasından sonra mahalli idare şirketi, yönetim organı üyelerine karşı ibra dönemini içeren faaliyetlerine dair sorumluluk davası açamaz. Başka bir anlatımla, ibra kararı ile birlikte şirketin, yönetim organı üyeleri hakkında sorumluluk davası açma hakkı sona erer. Ancak, buna rağmen sorumluluk davası açılırsa, yönetim organı üyeleri ibra defini ileri sürebilir.
İbra kararı açık olabileceği gibi örtülü de olabilir. Açık ibra, genel kurul gündemine “yönetim organı üyelerinin ibrası” şeklinde konulan bir madde ile mümkündür. Olağan genel kurul toplantısının gündemini belirleyen TTK’nın 409. maddesinde açık ibradan söz edilmiştir. Dolayısıyla, anılan hüküm gereğince açık ibra, olağan genel kurul toplantısının zorunlu gündem maddelerinden biridir. Bunun yanında, TTK md. 424’e göre ibra, örtülü olarak da alınabilir. Zira bilançonun onaylanmasına ilişkin genel kurul kararı, kararda aksine açıklık bulunmadığı takdirde, yönetim organı üyelerinin ibrası sonucunu doğurur. Bununla beraber, bilançoda bazı hususlar hiç veya gereği gibi belirtilmemişse veya bilanço mahalli idare şirketinin gerçek durumunun görülmesine engel olacak bazı hususları içeriyorsa ve bu hususta bilinçli hareket edilmişse onama ibra etkisini doğurmaz.
Yönetim organı üyeleri hakkında ibra kararı ancak genel kurul tarafından alınabilir (TTK md. 408/2-b, 616/1-f). Genel kurul bu yetkisini, yönetim organına veya başka bir organ ya da mercie devredemez. Ancak, şirket yönetim organı üyeleriyle yönetimde imza yetkisini haiz kişiler, yönetim organı üyelerinin ibra edilmelerine ilişkin kararlarda kendilerine ait paylardan doğan oy haklarını kullanamaz (TTK md. 436/2, 619/1). Yeri gelmişken ifade edelim ki TTK’da, genel kurulun ibra kararına karşı dava açılmasına ilişkin bir takım sınırlamalar getirilmiştir. Buna göre genel kurulun ibra kararı, ibranın kapsadığı açıklanan maddi olaylara ilişkin olarak mahalli idare şirketinin, ibraya olumlu oy veren ve ibra kararını bilerek payı iktisap etmiş olan ortaklarının dava hakkını kaldırır. Ayrıca diğer ortakların dava hakları ise ibra tarihinden itibaren altı ay geçmekle düşer. Ortakların dava hakkı açısından önemli olan bu süre, hak düşürücü niteliktedir ve hâkim tarafından resen dikkate alınır. Ancak, ibra kararının şirket dışında olan kişilere herhangi bir etkisi yoktur. Dolayısıyla şirketin ve belli hallerde ortakların, yönetim organı üyelerine karşı sorumluluk davası açma imkânı ortadan kalkmış olsa da alacaklılar, uğradıkları doğrudan zararların tazmini için dava açma hakkına sahiptir.
Öte yandan, ibra kararı tek taraflı ve hukuki niteliği yenilik doğuran bir hak olduğundan, genel kurul daha önceden aldığı ibra kararını kaldıramaz. Bu husus, TTK’nın 558/1. maddesinde “İbra kararı genel kurul kararı ile kaldırılamaz. 445 inci madde hükmü saklıdır.” şeklinde açıkça hükme bağlanmıştır. Bununla beraber ibra, aynı zamanda bir genel kurul kararı olması nedeniyle, bu karar hakkında iptal veya butlan davası açılabilir. (5- Ünal Tekinalp, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2013, s.413.)
Diğer taraftan, TTK’da belli durumlarda ibra yasağı öngörülmüştür. Buna göre, yönetim organı üyelerinin mahalli idare şirketinin kuruluşundan ve sermaye artırımından doğan sorumlulukları, şirketin tescili tarihinden itibaren dört yıl geçmedikçe sulh ve ibra yoluyla kaldırılamaz; bu sürenin geçmesinden sonra da sulh ve ibra ancak genel kurulun onayıyla geçerlilik kazanır. Bununla beraber, esas sermayenin onda birini temsil eden ortaklar sulh ve ibranın onaylanmasına karşı iseler sulh ve ibra genel kurulca onaylanmaz (TTK md. 559).
Tekrar etmek gerekirse, mahalli idare şirketlerinde genel kurulun aldığı geçerli bir ibra kararı, ilgili hesap döneminde gerçekleşen her türlü eylem ve işlem nedeniyle yönetim organı üyelerinden herhangi bir tazminat talebinde bulunulmayacağının ikrarı ve bunların aklanması niteliğindedir. Dolayısıyla, ibra kararı ister açık ister örtülü şekilde alınsın, ibrayla birlikte mahalli idare şirketinin sorumluluk davası açma hakkı ortadan kalkar. (6- Fatih Bilgili, Ertan Demirkapı, Şirketler Hukuku, Dora Yayınları, Bursa 2013, s.603.) Ancak ibra kararı, yönetim organı üyelerinin sadece hukuki sorumluluğuyla ilgili bir düzenleme olup, bunların cezai sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Yönetim organı üyeleri; Türk Ticaret Kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (7- 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 12.10.2004 tarihli ve 25611 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.) (TCK) veya diğer kanunların ceza hükümleri kapsamında suç işledikleri takdirde, genel hükümlere göre haklarında Cumhuriyet Savcılarınca soruşturma yürütülebilir. Bu itibarla ibra kararının, mahalli idare şirketlerinin yönetim organı üyeleri açısından cezai takibat yapılmasını ve ceza davası açılmasını engelleyici bir yönü bulunmamaktadır.
3.2. Zamanaşımı
Zamanaşımı, belli bir süre içinde hakkını talep etmemiş olan alacaklının, alacağını dava yoluyla elde etme olanağını kaybetmesidir. Borcun zamanaşımına uğramasıyla borç (alacak) sona ermez; sadece alacaklının dava yoluyla alacağını elde etme olanağı ortadan kalkar. Böylece zamanaşımına uğramış borç, ifa edilebilen fakat dava edilemeyen eksik bir borçtur. (8- Seza Reisoğlu, Borçlar Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 2008, s.375-376.) Mahalli idare şirketlerinin yönetim organı üyelerine karşı hukuki sorumluluktan doğan alacak hakkı belli bir sürenin geçmesiyle ortadan kalkar. Başka bir deyişle, talep hakkı dava yoluyla yönetim organı üyelerine karşı ileri sürülemez. Bu sayede, yönetim organı üyeleri sürekli sorumluluk tehdidi altında kalmaktan kurtulmuş olur.
Buradan hareketle, TTK’nın “Zamanaşımı” başlıklı 560. maddesinde; “Sorumlu olanlara karşı tazminat istemek hakkı, davacının zararı ve sorumluyu öğrendiği tarihten itibaren iki ve her halde zararı doğuran fiilin meydana geldiği günden itibaren beş yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. Şu kadar ki, bu fiil cezayı gerektirip, Türk Ceza Kanununa göre daha uzun dava zamanaşımına tabi bulunuyorsa, tazminat davasına da bu zamanaşımı uygulanır.”
hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü üzere söz konusu maddede, üç tür zamanaşımı süresi öngörmüştür. Bunlar; ‘zararın ve sorumlunun öğrenildiği tarihten itibaren iki yıl’, ‘zararı doğuran fiilin meydana geldiği günden itibaren beş yıl’ ve ‘dava zamanaşımı’ süreleridir.
Bu sürelerden iki yıllık zamanaşımı süresini başlatan olgu, davacının zararı ve sorumluları fiilen öğrendiği tarihtir. Zamanaşımının başlama tarihini kanıtlama yükümlülüğü ise davacıya aittir. Hükümde geçen “ve” ibaresi nedeniyle, iki yıllık sürenin başlaması için sadece zararı veya sorumluyu öğrenmek yeterli olmayıp, her ikisinin de birden öğrenilmesi gerekir. Bu halde, yalnız zararın veya yalnız sorumluların öğrenilmesi halinde zamanaşımı süresi başlamaz. Zararın öğrenilmesinden kasıt, zarar görenin zarar verici olayı bilmesi değil, zararın varlık ve mahiyetini, unsurlarını ve kapsamını öğrenmesidir. Bunun yanında, birden fazla sorumlunun olduğu hallerde sorumluların tamamının öğrenilmesi de şart değildir. Her sorumlu için süre, kendisinin öğrenilmesi tarihinden itibaren başlar. Öte yandan, zararın devam etmesi halinde (zarar verici eylem devam ettiği sürece) zamanaşımı süresi işlemeye başlamaz; bu süre en son meydana gelen zararın öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Ancak zararın bütün olarak değil de kısmen öğrenilmesi durumunda ise zamanaşımı süresi, zararın öğrenilen kısımları için o tarihten itibaren, öğrenilmeyen kısımları için ise öğrenildiği tarihten itibaren başlar.
Diğer taraftan kanun koyucu, zararın ve sorumluların öğrenilememesi ve iki yıllık zamanaşımı süresinin uygulanamamasına bağlı olarak “beş yıllık” ikinci bir zamanaşımı süresi öngörmüştür. Bu düzenlemenin amacı, yönetim organı üyelerinin daha uzun ve belirsiz bir süre sorumluluk tehdidi altında kalmamaları ve görevlerini daha rahat bir şekilde gerçekleştirebilmeleridir. Beş yıllık zamanaşımı süresi, aynı zamanda iki yıllık zamanaşımı süresinin de işleyeceği azami süreyi gösterir. Beş yıllık süre, zarar ve sorumlular öğrenilmiş olsun veya olmasın, zararı doğuran fiilin meydana geldiği tarihten itibaren başlar. Önemli olan zararın gerçekleştiği tarihtir. Sorumluluk (tazminat isteme) davasının, her halde beş yıllık zamanaşımı süresi içinde açılması gerekir. (9-Ersin Çamoğlu, Yeni Türk Ticaret Kanununda Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyelerine Karşı Açılacak Sorumluluk Davalarında Zamanaşımı, Yaklaşım, Mayıs 2012, S.233.) Beş yıllık süre dolduktan sonra artık zarar ve sorumlular öğrenilmiş olsa da mahalli idare şirketinin yönetim organı üyeleri hakkında sorumluluk davası açılarak tazminat talebinde bulunulamaz.
Bunların yanında, hukuki sorumluluğu gerektiren fiil, aynı zamanda bir suç oluşturuyorsa ve bu suçun dava zamanaşımı süresi daha uzun ise zamanaşımı bakımından bu süre uygulanır. Nitekim TTK’nın mezkûr maddesinde, “Şu kadar ki, bu fiil cezayı gerektirip, Türk Ceza Kanununa göre daha uzun dava zamanaşımına tabi bulunuyorsa, tazminat davasına da bu zamanaşımı uygulanır.” hükmüne yer verilerek, hukuki sorumluluk gerektiren belli hallerde TCK’nın 66. maddesinde düzenlenen dava zamanaşımı sürelerinin uygulanabilmesine imkân sağlanmıştır. TCK’da öngörülen asgari dava zamanaşımı süresi ise sekiz yıldır. Dolayısıyla, sorumluluk oluşturan bir fiilin aynı zamanda suç teşkil etmesi durumunda organı kurulu üyeleri hakkında TTK’da yer alan beş yıllık zamanaşımı süresi değil, daha uzun olan ve asgari sekiz yıl olarak düzenlenen dava zamanaşımı süreleri tatbik olunur.
3.3. Kanundan veya Esas Sözleşmeden Doğan Bir Görev ya da Yetkinin Devredilmesi
TTK’nın 553. maddesinin ikinci fıkrasında, ‘Kanundan veya esas sözleşmeden doğan bir görevi veya yetkiyi, kanuna dayanarak, başkasına devreden organlar veya kişilerin, bu görev ve yetkileri devralan kişilerin seçiminde makul derecede özen göstermediklerinin ispat edilmesi hâli hariç, bu kişilerin fiil ve kararlarından sorumlu olmayacağı’ hükme bağlanmıştır. Zikredilen hüküm bağlamında, kanuna uygun olarak yönetim görevini ve temsil yetkisini tamamen veya kısmen devreden yönetim organı üyeleri, kural olarak hukuki sorumluluktan kurtulur. Sorumluluk ise sadece gereği gibi yetki devri yapılan (devralan) kişilere ait olur ve devir yapan yönetim organı üyeleri bu sorumluluğun dışında kalır. Kanunların izin verdiği tüm devirler, bu düzenlemenin kapsamı içerisindedir. Ancak, tekrar belirtmek gerekir ki, yetki devrinin kanuna uygun olarak yapılması şarttır. Görüldüğü üzere, görev ve yetkilerini devreden mahalli idare şirketlerinin yönetim organı üyelerinin sorumluluğu oldukça daralmış olmaktadır.
Şunu da ifade etmekte yarar var ki, yetkisini devreden yönetim organı üyelerinin sorumluluktan kurtulması için görev ve yetkiyi devralan kimsenin seçiminde gerekli özeni göstermesi gerekir. Eğer gerekli özen gösterilmemişse, devreden sorumluluktan kurtulamaz. Aksine onun sorumluluğu görevi devretmemiş gibi devam eder. Makul derecede özen gösterilmediği hususunda ispat yükü ise bunu iddia edene düşmektedir. (10- Fatih Bilgili, Ertan Demirkapı, age, s.595.)
3.4. Hukuki Sorumluluk Gerektiren Usulsüz ve Yolsuzlukların Yönetim Organının Kontrolü Dışında Gerçekleşmesi
TTK’nın 375. ve 625. maddelerinde yönetim organının devredilemez ve vazgeçilemez görev ve yetkileri özel olarak düzenlenmiş ve bunlar arasında, yönetimle görevli kişilerin, özellikle kanunlara, esas sözleşmeye, iç yönergelere ve yönetim organının yazılı talimatlarına uygun hareket edip etmediklerinin üst gözetimi de sayılmıştır. Öte yandan, yönetim organı üyeleri, görevlerini tedbirli bir yöneticinin özeniyle yerine getirmek ve şirketin menfaatlerini dürüstlük kurallarına uyarak gözetmekle yükümlüdür (TTK md. 369). Görüldüğü üzere, kanun koyucu yönetim organı üyeleri için gözetim yükümlülüğü öngörmüştür.
Bununla birlikte, mezkûr Kanunun 553/3. maddesinde, “Hiç kimse kontrolü dışında kalan, kanuna veya esas sözleşmeye aykırılıklar veya yolsuzluklar sebebiyle sorumlu tutulamaz; bu sorumlu olmama durumu gözetim ve özen yükümü gerekçe gösterilerek geçersiz kılınamaz.” hükmüne yer verilmek suretiyle, salt gözetim yükümlülüğüne dayanılarak her durum ve şartta yönetim organı üyelerinin sorumluluğuna gidilmesi engellenmiştir. Dolayısıyla, yönetim organı üyeleri açısından gözetim yükümlülüğü esas olmakla birlikte bu yükümlülük, kontrol dışında kalan olgu ve konuları kapsamamaktadır. Buna bağlı olarak da, uygun nedensellik bağı veya kusurları bulunmadıkça yönetim organı üyeleri, sırf gözetim yükümlülüğü ileri sürülerek sorumlu tutulamaz.
3.5. Kusursuzluğun İspatı
Hukuki sorumlulukta kusur, sorumluluğun kurucu unsurudur. Dolayısıyla, mahalli idare şirketlerinde yönetim organı üyelerinin sorumluluğuna gidilebilmesi için kusurun varlığı şarttır. Bu bağlamda, şirketin sadece zarara uğramış olması, yönetim organı üyelerinin sorumluluğuna gidilmesi bakımından tek başına yeterli değildir.
TTK’nın 553/1. maddesinde, yönetim organı üyelerinin, kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde verdikleri zarardan sorumlu olduğu öngörülmüştür. O halde, yönetim organı üyelerinin sorumluluğu bakımından kusurlu sorumluluk ilkesi benimsenmiştir. Bunun sonucu olarak, yönetim organı üyeleri aleyhine dava açacakların, aynı zamanda bunların kusurlu hareket ettiklerini ortaya koyması gerekmektedir. Zarara sebep olan işlem ya da eylemin yönetim organı üyesinin kusurundan kaynaklandığını ispat yükü ise davacıya aittir. (11- Reha Poroy, Ünal Tekinalp, Ersin Çamoğlu, Ortaklıklar Hukuku-I, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2014, s.389. ) Durum böyle olmakla birlikte yönetim organı üyesi, kusurlu davranmadığını ve zarar doğuran işlemlerde kendisinden gereken özen yükümlülüğünü yerine getirdiğini ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir. (12- Ali Haydar Yıldırım, Türk Ticaret Kanunu Tasarısına Göre Limited Ortaklık Müdürünün Hukuki Durumu, Güncel Yayınevi, İzmir 2008, s.147.)
3.6. Sorumluluğa Sebep Olan Kararın Alınmasında Olumsuz Oy Kullanılması
TTK’da, olumsuz oy kullanan mahalli idare şirketi yönetim organı üyesinin sorumluluktan kurtulacağına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktır. Ancak, genel hükümler çerçevesinde sorumluluk gerektiren bir kararın alınmasında olumsuz oy kullanılması ve dolayısıyla karara karşı çıkılması kusur isnadını ortadan kaldırır. Buna karşın aynı durum çekimser kullanılan oylar için geçerli değildir. (13- Hasan Pulaşlı, Şirketler Hukuku Genel Esaslar, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s.654.)
3.7. Geçerli Bir Mazeretle Toplantıya İştirak Edilmemesi
Genel hükümler kapsamında, kabul edilebilir bir mazereti bulunan ve bunu kanıtlayan mahalli idare şirketinin yönetim organı üyeleri sorumluluk doğuran karara katılmadığı için sorumlu tutulamaz. Ancak, mazeretin toplantıdan, dolayısıyla görevden kaçma bahanesi olmaması gerekir. İlgili yönetim organı üyesi mazeretini ispat ederken, sürekli hastalık, ameliyat, önceden yönetim organınca karara veya inandırıcı şekilde yönetim organı başkanının iznine bağlanmış seyahat izni gibi sebeplere dayanabilir. Bu tür mazeretlerin kabulü gerekir. (14- Ünal Tekinalp, age, s.389.)
4. SONUÇ
Mahalli idare şirketleri, yönetim organı (yönetim kurulu/müdürler) tarafından yönetilir ve temsil olunur. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda yönetim organı üyelerine önemli görev ve yetkiler verilmiş; bununla beraber, ağır yükümlülük ve sorumluluklar da yüklenmiştir. TTK’da öngörülen yükümlülüklerin ihlali ve sorumlulukların yerine getirilmemesi halinde şirket tüzel kişiliği, ortaklar ve şirket alacaklıları, yönetim organı üyeleri hakkında hukuki sorumluluk (tazminat) davası açılabilir. Ancak belli durumların varlığı halinde yönetim organı üyeleri aleyhine sorumluluk davası açılamaz. Bu durumlar; genel kurulun yönetim organını ibra etmesi, zararın ve sorumlunun öğrenildiği tarihten itibaren iki ve her halde zararı doğuran fiilin meydana geldiği günden itibaren beş yıllık zamanaşımı süresinin dolması, TTK’dan veya şirket sözleşmesinden doğan bir görev veya yetkinin, kanuna dayanılarak başkasına devri, hukuki sorumluluk gerektiren usulsüz ve yolsuzlukların yönetim organının kontrolü dışında gerçekleşmesi, kusursuzluğun ispatı, sorumluluğa sebep olan kararın alınmasında olumsuz oy kullanılması ve meşru mazeretle toplantıya iştirak edilmemesi şeklinde sıralanabilir.
Görüldüğü üzere, mahalli idare şirketlerinde yönetim organı üyelerinin hukuki sorumluluğu ağırdır; ancak bu sorumluluk sürekli olarak devam etmemektedir. Belli hallerin varlığı halinde yönetim organı üyelerinin hukuki sorumluluğu ortadan kalkmakta, bir başka deyişle bunlar sorumluluktan kurtulmaktadır.
KAYNAKÇA
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (12.10.2004 tarihli ve 25611 sayılı R.G.).
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (14.02.2011 tarihli ve 27846 sayılı R.G.).
Akdağ Güney, Necla, Türk Hukukunda Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2008.
Bilgili, Fatih ve Demirkapı, Ertan, Şirketler Hukuku, Dora Yayınları, Bursa 2013.
Çamoğlu, Ersin, Yeni Türk Ticaret Kanununda Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyelerine Karşı Açılacak Sorumluluk Davalarında Zamanaşımı, Yaklaşım, Mayıs 2012, S.233.
Poroy, Reha, Tekinalp, Ünal, Çamoğlu, Ersin, Ortaklıklar Hukuku-I, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2014.
Pulaşlı, Hasan, Şirketler Hukuku Genel Esaslar, Adalet Yayınevi, Ankara 2013.
Reisoğlu, Seza, Borçlar Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 2008.
Şener, Esat, Hukuk Sözlüğü, Seçkin Yayınevi, Ankara 2001.
Tekinalp, Ünal, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2013.
Yıldırım, Ali Haydar, Türk Ticaret Kanunu Tasarısına Göre Limited Ortaklık Müdürünün Hukuki Durumu, Güncel Yayınevi, İzmir 2008.
Comments