top of page

Yerel Yönetimler ve Yeni Alanlar-1

Güncelleme tarihi: 12 Oca

Bilindiği gibi tüm dünya genelinde 21. yüzyıla; endüstri toplumundan bilgi toplumuna, iş gücü ağırlıklı ekonomiden ileri teknoloji yoğunluklu ekonomiye, merkezi ekonomiden piyasa ekonomisine, ulusal ekonomiden dünya ekonomisine, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye ve yönetimden yönetişime geçiş dinamiklerinin etkisinde girilmektedir. Bu süreçte bireysel hak ve özgürlükler bağlamında insan hakları ve çevre hakları ağırlık kazanmakta, merkezi yönetimden yerel yönetimlere yönelme süreci yaşanmaktadır. Bu durum doğal olarak ve de küreselleşmenin de etkisiyle yerel yönetimlerin önemini artırmaktadır. 


Prof. Dr. M. Akif Özer

Ankara Hacı Bayram Veli Ün. İİBF Öğretim Üyesi


Bu süreçte yerel yönetimlerin örgütsel yapısı, karar ve yürütme organlarının birbiriyle ve sunulan hizmetlerle olan ilişkileri de önem kazanmaktadır. Bu gelişmelerden en fazla yararın sağlanması, ulusal çıkarların korunmasına ve toplumsal yararın gözetilmesine bağlıdır. Bu hedef, ancak idarenin bütünlüğü ile yerellik ilkelerinin hassas dengesi çerçevesinde gerçekleştirilebilir. Mevcut ve geliştirilecek kaynakların verimli, etkili ve tutumlu kullanılmasıyla en yüksek kamusal değerin yaratılması temel ölçüt alınarak bu denge kurulabilir. Burada ortaya çıkan ve aşağıda ayrıntıları ele alınan yeni durumlar kapsamında da esas görev yerel yönetimlere düşmektedir. 


Yerel Yönetimlerde Sürdürülebilirlik ve İklim Değişikliği 

Yerel yönetimler açısından sürdürülebilirlik kavramına bakıldığında, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılayan gelişmeler ifade edilir. Bu kapsamda kavram, insanların doğayı ve doğal kaynakları tükenmelerine yol açmayacak şekilde kullanarak yaşam standartlarını iyileştirebileceklerini öngörür. Bu yönünden dolayı kısa sürede kaynak temelli endüstriler sürdürülebilirlik kavramına büyük ilgi göstermeye başlamışlardır. Çünkü ekonomiyi uzun vadede sürdürülebilir tutmak için kaynakların yenilenmesine ihtiyaç duyulduğu çok açıktır.

Sürdürülebilirliğe olan ilgi, iklim değişikliğinin çevreye yönelik oluşturduğu tehdide ve büyük ölçüde ormanların temizlenmesi ve fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan insan kaynaklı sera etkisine ilişkin artan küresel farkındalığın etkisiyle 20. yüzyılın sonlarında artmaya başlamıştır. Bu süreçte en önemli gelişme yakın zamanda olmuştur. 2015 yılı Eylül ayında yapılan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, 169 hedefe ulaşmayı ve 17 sürdürülebilir kalkınma hedefini karşılamayı amaçlayan 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi kabul edilerek sürdürülebilirliğin dünya gündeminde üst sıralara çıkması sağlanmıştır. 


Uygulamada sürdürülebilirlik ilkesi, kamu altyapısının işlevsel sürdürülebilirliğinin, yerel yönetimin mali sürdürülebilirliğinin, yapılı çevrenin fiziksel sürdürülebilirliğinin ve yerel geleneklerin ve becerilerin kültürel sürdürülebilirliğinin önemini kabul etmektedir. Bu kapsamda yerel yönetimlerin oynayabilecekleri rollerin ortaya konması ve sorumluluklarının sınırlarının belirlenmesi gerekmektedir. 


Bugün yerel yönetimin geleceğinin sürdürülebilirliğe bağlı olduğuna dair yaygın bir kamuoyu oluşmuş durumdadır. Bunun sonucunda ise yerel yönetimlerin gelir kaynaklarını genişletme ihtiyacı bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Yerel işletmelerin verimli ticari faaliyetlerini sürdürmeleri ise çok önemli hale gelmektedir. Birçok ülkede yerel yönetimler mevzuatı, bu hususlarda karşılaşılacak muhtemel riskleri yönetmeye, performans izleme ve raporlama düzenlemelerini uygulamaya ve yerel kuruluşlardaki kurumsal değişimleri izlemeye yönelik düzenlemeler içermektedir. Ayrıca ilgili düzenlemeler ve karşı karşıya kalınan süreçlerin yönetişim bakış açısıyla değerlendirilmesi söz konusu olmaktadır.

Dünya genelinde yirminci yüzyılın ikinci yarısından bu yana kentleşme oranlarındaki artış, yerleşim alanlarının doğasındaki sınır eşiğinin aşılmasına ve sağlıksız büyümesine yol açmıştır. Doğal değişimler ya da insan faaliyetleri neticesinde zaman içinde ortaya çıkan değişiklikler olarak tanımlanan iklim değişikliği, yaşadığımız çağda esasen çok büyük oranda insan kaynaklı olup, zararlarının yerküre ekosisteminin ve dolayısıyla insan yaşamının sürdürülebilirliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle kıyı kentlerinde taşkın, fırtına, kuraklık, deprem, yanardağ patlaması ve sıcak dalgaları gibi şiddetli hava olaylarını artırmasının yanı sıra, bu yerleşimlerin ulaşım ağları, enerji, su ve kanalizasyon sistemleri ve gıda dağıtım sistemleri gibi altyapıları üzerinde de ciddi etkiler yaratmakta ve birden fazla güvenlik riski oluşturmaktadır. Çünkü kentleşme, kara ve su karbon havuzları üzerindeki etkileri ile geniş ölçüde bir arazi kullanımı ve arazi örtüsü değişim sürecini oluşturmaktadır. 

Bu havuzlardaki yoğun karbon akışlarının ve hızlı değişimin büyük birleşimi, kentleri küresel karbon döngüsünün geniş ve dinamik bir parçası yapmaktadır. Kentlerdeki karbon akışlarını anlaşılması ve ölçülmesi, bu bakımdan kentsel sürdürülebilirliğin belirlenmesi için etkili bir ölçüm sağlamaktadır.


Yerel yönetimlerin geleceğini doğrudan etkileyen sürdürülebilirlik kavramı, son yıllarda iklim değişikliği süreçleriyle birlikte eş anlı tartışılmaya başlanmıştır. Bu kapsamda yukarıda belirtilen 2030’a kadar ulaşılması hedeflenen BM sürdürülebilir kalkınma hedefleri içinde İklim Eylemi (Climate Action) önemli bir yer tutmaktadır. Bu süreçte 2016 yılında Paris’te imzalanan İklim Antlaşması küresel ortalama sıcaklıklardaki artışı 2°C'nin altında tutmak ve sıcaklık artışlarını 1,5°C ile sınırlamaya çalışmak, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlama kabiliyetini artırmak, iklim dayanıklılığı ve düşük sera gazı emisyonlarıyla kalkınmayı teşvik etmek, mali kaynakları düşük sera gazı emisyonları ve iklime dayanıklı kalkınma ile uyumlu hale getirmek hedefleriyle iklim değişikliği tehdidine karşı küresel tepkiyi güçlendirmek gibi amaçlar ortaya koymuştur. Anlaşmayı imzalayan taraflardan sera gazı emisyonlarını azaltmak, bu kapsamda beş yılda bir gerçekleştirmeyi çalışacağı ulusal hedeflerini açıklamak gibi somut adımlar beklenmektedir. 


Günümüzde dünya genelinde herkesi doğrudan ilgilendiren iklim değişikliğiyle mücadele hususu, 2016 yılında Quito’daki Habitat III zirvesinde kabul edilen Yeni Kentsel Gündem’in (New Urban Agenda) önemli bileşenlerinden birisi olmuştur. Bu kapsamda çevresel sürdürülebilirliği sağlamada dayanıklı kentsel yapılar kurmak, afet risklerini azaltmak ve iklim değişikliğine uyum sağlamak ve olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla katılımcı tüm ülkeler irade beyanında bulunmuşlardır. Ayrıca iklim değişikliğine karşı etkili işbirlikleri geliştirmek, bilgi paylaşmak ve anlamlı, ölçülebilir ve sürdürülebilir eylemler belirlemek için metropol kentler arasında kurulan C40 Kentleri (C40 Cities) girişimine üye olan belediye sayısı 94’e ulaşmıştır. Bu platformlarda katılımcılar yerel yönetimleri; insanların doğal ortamda özgürce yaşadığı, çevresel açıdan sürdürülebilir, sıfır kirlilik içeren bir "biyopolis" ruhu içinde gelişmeye teşvik etmek için gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini belirtmişlerdir. Burada biyopolis, insan ve doğal popülasyonların uyumlu bir denge içinde yaşadığı, çevresel açıdan sürdürülebilir, sıfır kirlilik içeren bir ortak yaşam kültürünü öngörmektedir. 

Şu anda, dünya nüfusunun yarısından fazlası kentlerde yaşamaktadır. Kentsel nüfus arttıkça ve iklim değişikliğinin etkileri kötüleştikçe, bu alanlarda yaşamak zorlaşmakta bu paralelde de ciddi önlemler almak gündeme gelmektedir. Teknoloji ve kültürün işbirliği, yeşil binaların yaygınlaşması, temiz enerjiyle ulaşımın daha çok ilgi görmesi, biyolojik çeşitliliğe saygı ve kentsel canlanma planlarının sürekli gelişmesi, biyopolis ruhu kapsamında iklim değişikliğiyle ilgili yaşanacak olumsuzlukları azaltmaya çalışmaktadır. Bu süreçte kentlerin %70'i, yükselen deniz seviyeleri, ısı stresi, sel ve güçlü fırtınalar gibi iklim değişikliğinin etkileriyle uğraşırken, kentsel politikanın iklim eyleminin ölçeğini ve hızını iyileştirme sürecinde devreye girmesi çok önemli bir kentsel strateji olmaya başlamıştır.


Görüldüğü gibi bilim insanlarının uzun yıllar süren araştırmaları sonucunda yerkürenin geleceği açısından önemli tehditler içeren iklim değişikliği konusu, artık küresel bir sorun olarak ülkelerin gündeminde üst sıralarda yer almaya başlamıştır. Sanayi devriminden beri, fosil yakıt kullanımı, tarım, ormansızlaşma, sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleri ve kentleşme, sera gazlarının atmosferdeki birikiminde hızlı bir artışa neden olmuştur. Doğal sera etkisinin kuvvetlenmesi ile birlikte yeryüzündeki ve atmosferin alt bölümlerindeki sıcaklık artışı küresel ısınmaya yol açmaya başlamıştır. 


Karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğinin yanı sıra, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucu oluşan iklim değişikliği ile ortaya çıkan küresel, ulusal, bölgesel ve yerel sorunlar yalnızca ekolojik değil; ekonomik, toplumsal, siyasal boyutlar da içermektedir. Örneğin, aşırı hava olaylarının giderek daha sık görülmesi, buzulların erime hızındaki artış, deniz seviyesinin yükselmesi, dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan kuraklık ve sel baskınları sonucunda tarım üretiminin olumsuz etkilenmesi, salgın hastalıkların artması, su kaynakları konusunda çatışmaların ortaya çıkması, kitlesel nüfus hareketlerinin ülkelerin güvenliklerini tehdit eder boyutlara ulaşması söz konusu olabilecektir. 


Sanayi devrimi ve sonrasında, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının atmosferdeki hızlı artışından büyük ölçüde gelişmiş ülkeler sorumludur. Bu nedenle iklim değişikliğini önlemek ya da uyum çalışmalarını gerçekleştirmek için gereken finansmanı sağlamada, teknolojik altyapıya ve ekonomik güce sahip gelişmiş ülkelerin yükümlülük alması gerekmektedir. Bu ülkelerin başında da Amerika Birleşik Devletleri gelmektedir. 

İklim değişikliği ile mücadele için oluşturulan uluslararası mekanizma iki temel belge ortaya çıkarmıştır. Bunlardan, Mart 1994’te yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) amacı, atmosferdeki insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının küresel iklim sistemi üzerindeki tehlikeli etkisini önleyecek bir düzeyde durdurulmasını sağlamaktır. Sözleşmenin 3. maddesinde yer verilen küresel iklimi korumaya ve sera gazı emisyonlarını azaltmaya yönelik genel ilkelere göre, tarafların eşitlik temelinde, ortak ancak farklılaştırılmış sorumluluklarına ve kapasitelerine uygun olarak iklim sistemini korumaları esastır. Bu çerçevede, gelişmiş ülkelerin iklim değişikliği ile mücadelede öncülük etmesi gerektiği vurgulanmıştır. 


Aralık 1997’de Japonya’nın Kyoto kentinde toplanan Taraflar Konferansı’nda, 2008–2012 döneminin sonunda gelişmiş ülkelerin sera gazı emisyonlarını toplam %5 oranında azaltmasını öngören Protokol üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Mart 1998’de imzaya açılan Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girmesi için 1990 yılındaki toplam karbondioksit emisyonunun en az %55’inden sorumlu, sanayileşmiş ülkelerin de içinde bulunacağı en az 55 ülkenin Protokolü onaylaması gerekiyordu. Uzun süren görüşmeler ve tartışmalar sonucunda Protokol, Avrupa Birliği dahil 140 ülkenin imza ve onayıyla Şubat 2005’te yürürlüğe girmiştir. Bugün Kyoto Protokolünün maddeleri 191 ülke tarafından kabul edilmiştir. Türkiye Protokol’e 30 Mayıs 2008 tarihinde taraf olmuştur.


Kyoto protokolü küresel ısınmanın neden olduğu zararları ortadan kaldırmak için hazırlanmış uluslararası bir anlaşmadır. Bu anlaşma ile birlikte yüzden fazla ülkenin uyması gereken kurallar belirlenmiştir. Buna göre ülkeler en fazla %5 oranında sera gazı kullanabilir. Yapılan araştırmalar bu gazların küresel ısınmaya ve iklim krizine yol açtığını göstermiştir. Bazı ülkelerde ise yıllık sera gazı salınımı, ortalamanın altındadır. Protokolün hedeflerinden biri de bu ülkelerin gaz oranlarını yükseltmektir. Burada temel amaç, ülkelerin ekonomik açıdan zarar görmesini engellemek ve emisyon salınımını dünya genelinde dengede tutmaktır.


Enerji kaybına yol açacağı için bazı ülkeler Kyoto Protokolünü imzalamamıştır. Bu ülkelerinde başında Amerika Birleşik Devletleri yer almaktadır. Bunun dışında protokole imza atmayan diğer ülkeler şunlardır: Angola, Afganistan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Fildişi Sahili, Çad, Somali, Tacikistan, Filistin, Vatikan, Tayvan, Kongo Cumhuriyeti.

İklim değişikliği gibi küresel bir sorunla mücadelede yerel girişimler çok küçük ölçekli görülse de, çözümün bulunması için yerel yönetimlerin etkin bir şekilde bu sürece katılmaları büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle söz konusu süreçte yerel yönetimler Sürdürülebilir Kentler Birliği (Local Governments for Sustainability) ve Uluslararası Belediye Başkanları İklim Değişikliği Konseyi (World Mayors Council on Climate Change) gibi örgütlenmeler aracılığıyla dünya genelinde inisiyatif almaya çalışmaktadırlar.  


İklim değişikliği sorununun yerel yönetimlerce ciddi bir şekilde ele alınması; kent yaşamı ve sunulan hizmetler açısından hem kamu kurumlarının hem de özel sektörün sorumluluk üstlenmesi; bireylerin ulaşım, ısınma, konut tercihlerini sera gazı emisyon oranlarını göz önünde bulundurarak yapmaları; çevreci düzenlemeler için yerel yönetimlerin fon ve finansman desteği bulabilmeleri daha büyük boyutlu adımlar için harekete geçilmesini kolaylaştırabilir. Kent planlamasında yeşil alanların, yaya ve bisiklet yollarının göz önünde bulundurulması; verimli toplu ulaşım hizmetlerinin temiz yakıt alternatifleriyle birlikte sunulması; binalarda güneş enerjisi gibi yenilenebilir kaynakların desteklenmesi yerel yönetimlerin bu konuda hayata geçirebileceği önemli uygulamalar olarak sıralanabilir. İnsanların yaşadıkları kent ölçeğinde bu tür emisyon azaltıcı önlemleri benimsemeleri, iklim değişikliği ile mücadelede gereken sorumluluğu üstlenmekten kaçınan merkezi yönetimlere de baskı sağlayacak bir unsur olabilir. Ekonomik büyüme gerekçesinin ardında sığınarak fosil yakıt kullanımını sürdüren ülkeler, kentler bazında hayata geçirilen temiz yakıt alternatiflerini, çevreci ulaşım seçeneklerini, yeşil yatırım olanaklarını değerlendirerek bu uygulamaları ulusal yasa ve düzenlemelerle yaygın hale getirebilirler. Yerel yönetimlerin alacakları bu tür tedbirlerin iklim değişikliği sorununun olumsuzlukların azaltılmasında etkisi olacağı açıktır. 


Yerel Yönetimlerde Siber Güvenlik, Teknoloji ve Dijital Belediyecilik

Siber güvenlik, siber ortamda kurum, kuruluş ve kullanıcıların varlıklarını korumak amacıyla kullanılan araçlar, politikalar, güvenlik kavramları, güvenlik teminatları, kılavuzlar, risk yönetimi yaklaşımları, faaliyetler, eğitimler, en iyi uygulamalar ve teknolojiler bütünüdür. Kurum, kuruluş ve kullanıcıların varlıkları, bilgi işlem donanımlarını, personeli, altyapıları, uygulamaları, hizmetleri, telekomünikasyon sistemlerini ve siber ortamda iletilen ve/veya saklanan bilgilerin tümünü kapsamaktadır.


Siber güvenlik; kurum, kuruluş ve kullanıcıların varlıklarına ait güvenlik özelliklerinin siber ortamda bulunan güvenlik risklerine karşı koyabilecek şekilde oluşturulmasını amaçlamaktadır. Siber güvenliğin temel hedefleri erişilebilirlik, bütünlük (aslına uygunluk ve inkâr edilemezliği de kapsar) ve gizliliktir. Bu yönleriyle siber güvenlik yerel yönetimler için mevcut durumda ve gelecekte stratejik öneme haiz konuların başında olacaktır. 

Günümüzde devletin, vermekte olduğu hizmetleri bilgi ve iletişim teknolojilerinden istifade etmek sureti ile daha hızlı, kolay, ekonomik şekilde her yerden ve her zaman vermesi” olarak tanımlanan “e-Devlet” kavramı, bu hizmetleri sağlarken temin ettiği ve hizmetler sonucunda oluşturduğu veriler bakımından “siber güvenliği” de beraberinde getirmiştir. Bu verileri genel çerçevede: kişisel veriler, kamu verisi / kamu sırrı (Veri Gizlilik Seviyeleri), ticari veriler / ticari sırlar, açık veri / anonim veri / istatistiki veri olarak kategorize etmek mümkündür. Bu kapsamda gerek merkezi yönetim gerekse de yerel yönetim kuruluşları farklı güvenlik seviyelerinde korunması gereken bilgi kümelerine sahiptirler. Verinin güvenlik seviyesi yükseldikçe ona ilgi de artmakta ve siber saldırılara hedef olmaya başlamaktadır.

Özellikle kamu kurumlarında, e-Devlet çerçevesinde verilen hizmetlerin getirdiği entegrasyonlar sebebi ile siber güvenliği kurum bazında ele almak yeterli olmayıp bütüncül olarak yaklaşma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Günümüzde olgunluk seviyeleri yüksek e-devlet projelerine sahip olan kurumlar, bir projede 10 ile 15 bakanlık ve bazılarında 40’dan fazla kurumla entegrasyon yaparak hedeflediği hizmeti vermektedir. Böylesine yüksek sayıda ve karmaşık içerikte entegrasyonların yer aldığı projelerde, verilen hizmetin kalitesi ve sürekliliği kadar sistemin siber güvenliği de zincirin en zayıf halkasının güvenliği kadar olabilmektedir. Bu nedenle siber güvenliğin önemi her geçen gün artmaktadır. 

Bugün bu gerçeklerden hareketle seçilmiş yetkililerin ve yerel yönetimlerin üst yönetiminin, bütçe sınırlamaları dahilinde siber güvenlik için yeterli finansman kaynakları bulmaları gerekmektedir. Bu alanda görev alacak personel alımı, her bir yerel yönetimin özel ihtiyaçlarına en iyi şekilde uyması için hem iç personelin hem de sözleşme hizmetlerinin bir kombinasyonu şeklinde olmalıdır. Siber güvenliğin yeterince finanse edilmemesi ve personelin siber güvenliğinin sağlanamaması neredeyse kesin olarak olumsuz siber sonuçlara yol açacaktır. Bu da yerel yönetimlere gereksiz ve önemli maliyetlere yol açacaktır.

Siber güvenlik sonuçlarını iyileştirmek için yerel yönetimler; parola yönetimi, olay müdahalesi ve yazılım yama politikaları gibi yöntemleri tam olarak benimsemeli ve uygulamalıdırlar. Bu yapılmaz ise yerel yönetimler yüksek düzeyde siber güvenlik sağlayamaz ve bunu yapmamanın bedelini yüksek maliyetlerle öderler. Bu nedenle yerel yönetimler siber güvenlik politikalarının düzgün bir şekilde uygulanmasını ve etkili olmasını sağlamak zorundadırlar. İlgili politikalar periyodik olarak, yeniden gözden geçirilmeli, revize edilmeli ve uygun şekilde yeniden uygulanmalıdır. Ayrıca, uygun yöntemler veya ölçütler kullanılarak etkinlik açısından sürekli olarak izlenmelidir.


Günümüzde ve yakın gelecekte özellikle yerel yönetimler açısından siber güvenliğin bu derece önemli hale gelmesi, teknolojik gelişmelerin yüksek hızıyla da doğrudan bağlantılıdır. Teknoloji artık hizmet sunumunun geleceğini de şekillendirmeye başlamıştır. Hem merkezi hem de yerel yönetimlerde nüfusun farklı kesimlerinin bilgi edinme yeteneklerini de değiştirmektedir. Bu durum siber güvenliğin kapsama alanını da doğrudan etkilemektedir. 

Son yıllarda internet ve bununla ilgili yeni teknolojiler, bilginin paylaşılma ve insanların araştırma yapma yöntemlerinde adeta devrim yarattı. Bugün başta Facebook ve Twitter olmak üzere tüm diğer sosyal medya araç ve teknolojileri, insanları otomatik olarak kendilerine bağlayarak bilgilerin onlara çok hızlı şekilde iletilmesini sağlamaktadırlar. Bu süreçten yerel yönetimler de kendilerine düşen paylar kapsamında yararlanmaktadırlar. Özellikle halk arasında haberlere ulaşmak için geleneksel medya kuruluşlarını kullanamayan kesimlerine sosyal medya üzerinden ulaşmak çok kolay olmaktadır. 

Sosyal medya bu özellikleriyle kamusal ortak yaşam bilincine başka bir boyut katmakta ve diğer tüm mekanizmalarıyla birlikte yerel yönetimlerin mümkün olduğu kadar çok insana ulaşmasına izin vermektedir. Yerel yönetimlerin geleceğinde de elbette teknoloji, bir sonraki gelişme ne olursa olsun kesinlikle ön planda olacak ve yerel karar vericilerin halkla nasıl yakın ilişkide kalacağına ve vatandaşları nasıl bu hususta bilgilendireceğine rehberlik edecektir. Yerel yönetimler teknolojiyi ne kadar çok kullanırsa, halka açık toplantılara katılamayanlara ulaşmada ve çeşitli topluluklar ve geleneksel olmayan kitleler arasında katılımı teşvik etmede o kadar başarılı olacaklardır.


Ancak yerel yönetimler bu süreçte bazı hususlara da dikkat etmelidir. Bilişim teknolojilerinin hayatın her alanını şekillendirdiği bu dönemde; Facebook, Twitter gibi sosyal medya platformları ve web siteleri üzerinden, devletlerden bağımsız şekilde sanal sivil toplum örgütleri kurulabilmekte ve bu ortamda insanlar bir konu üzerine tartışıp, karara varıp, irade beyan edebilmektedir. Sanal ağlarda ortaya çıkan bu sanal sivil toplum örgütleri; bireysel hak ve özgürlükler, yönetişim platformları, yolsuzluk denetimleri, yerel ihtiyaçların dile getirilmesi, şikâyetlerin aktarılması, ortak projelerin geliştirilmesi gibi pek çok alanda etkili şekilde faaliyet gösterebilmektedirler. 


Yine bilişim teknolojileri vasıtasıyla gelecek dönemde kamu yönetiminde şeffaflık daha da uygulanabilir bir hal alacaktır. Örneğin, yerel yönetimler için internet üzerinden yayımlanacak bütçe planları, ihale dosyaları, meclis ve kurul kararları, istatistikler ve raporlar herkes tarafından ulaşılabilir olacaktır. İhale süreçlerini adil bir şekilde yürüttüğü iddiasındaki bir yerel yönetim birimi veya bağlı kuruluşu ihale süreçlerini internet üzerinden yayımlayarak arzu edilen şeffaflığı sağlayacaktır. Sivil toplum ise bu yayımlar üzerinden sürecin takibini ve denetimini gerçekleştirecektir. Herhangi bir olumsuzluğun olduğu hallerde delil olarak bu yayımları kullanarak yine çevrimiçi bir şikâyet hizmeti üzerinden itirazlarını da sunabilecektir. Böylece vatandaşlar veya sivil toplum örgütleri internet erişimi olan herhangi bir yerden gözetim faaliyetini çok düşük bir maliyet ve emekle, politize olmadan gerçekleştirecektir.

Görüldüğü gibi teknolojik değişimlerin getirdiği dijital çağda verilere internet ortamında kolay ulaşılabilir olunması yerel yönetimlerin etkin, şeffaf ve katılımcı bir yönetim anlayışı benimsemelerinin yolunu açmıştır. Dijital çağ öncesi, kendi içine kapanık bir şekilde gelişimini sağlamaya çalışan yerel yönetimler, dijital çağ sonrası hem kendi uygulamaları hem de dünyada uygulanan yerel yönetim modelleri hakkında o ülkeye gitmeden internet üzerinden detaylı olarak bilgilere ulaşabilmişlerdir. Bu durum yerel yöneticilere; kendi yaşadığı yerele uygun yönetim modellerini uygulama ve sonuçları hakkında bilgi edinebilmenin yanında kıt kaynakların daha etkin ve verimli şekilde kullanılmasının nasıl sağlanacağı konusunda da önemli tecrübeler ve veri tabanları sağlamıştır. 


Yerel yönetimlerde dijital çağ veya dijital dönüşüm ile birçok yenilikler ortaya çıkmıştır. Bu yeniliklerden bazıları şu şekilde belirtilebilir:

  • Teknoloji ve dijital dönüşüm, yerel meclislerin karar alma süreçlerine halkın katılımını sağlamış ve kararlardan vatandaşların kısa zamanda haberdar olmalarını sağlamıştır. 

  • Yerel yönetimleri; açıklığa, şeffaflığa ve hesap verebilirliğe göre harekete zorlamıştır. 

  • Vatandaş odaklı hizmet anlayışını benimseyen yerel yönetimlerin hızlı ve kısa sürede çok fazla kitleye ulaşmasını sağlamıştır. 

  • Yerel yönetimlerin çalıştırmış olduğu personelin performansını takip etmesini kolaylaşmış ve personel performans değerlendirmesine katkı sağlamıştır. 

  • Elektronik e-posta yoluyla vatandaşlara istek ve talepleri yönünde bilgilendirmeler yapılabilme olanağı sağlamıştır. 

  • E-belediye sistemi ve benzeri yerel halkın yaşamını kolaylaştıran sistemlerin oluşturulmasının önü açılmıştır. 

  • Yerel yönetim birimlerine ait kurumsal bilgilerin depolanması ve saklanması konularında önemli kolaylıklar sağlamıştır. 

  • Güncel ve doğru bilgilerin kısa sürede yerel halka ulaştırılmasını sağlamıştır. 

  • Yerel yönetimlere sorunların çözümünde işlevsellik kazandırmıştır. 

  • Mobil devlet ve e-demokrasi yoluyla yerel halkın belli bir konu ve amaç etrafında kendi kendine örgütlenmesinin yolunu açmıştır. 

  • Yerelde bilgi toplumunun oluşturulması aşamasında önemli katkılar sağlamıştır.

Bunların yanında dijital dönüşüm yerel yönetimlerin bilişim teknolojilerini iyi düzeyde kullanabilen yetenekli personel bulmasına önemli fayda sağlamıştır. Bu alanda oluşan esneklik, dijital dönüşümle birlikte ortaya çıkan yeni alanlar, değişik çalışma ortamlarında değişik yöntemlerle çalışma imkanları, bir işveren olarak yerel yönetimlerden işin kalitesine odaklanan liyakate dayalı ödeme usullerini içeren yeni beklentilerin de oluşmasını sağlamıştır. 


Dijital dönüşümle birlikte artık yerel yönetimlerde; vatandaşların belediye ile ilgili her türlü iş ve işlemlerini kuruma gitmeden internet ortamında gerçekleştirebilecekleri e-belediye uygulamaları, yerel yönetimler tarafından sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Bunun yanında teknolojik okur-yazarlık oranlarındaki artış ve bu gelişmelere bağlı olarak, kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması çalışmaları ve modernleşme sürecinde e-dönüşüm noktasında önemli bir rol oynayan bilgi- iletişim teknolojileri, yerel yönetimlerin dijitalleşmesinde birer araç olmuştur. Yerel yönetimlerde bürokrasiyi ve kırtasiyeciliği azaltan dijital belediyecilik anlayışı ile amaçlanan, bilgi işleme kapasitesi arttırılmış, acil kararlar alabilen ve ihtiyaçlara hızla cevap verebilen bir belediyecilik yapısı oluşturmaktır. 


Dijital belediyeciliğe geçişte, birimlerin nasıl değişeceği, dijital belediyeciliğin amaçlarının neler olacağı, bu amaçları gerçekleştirmek için hangi politikaların uygulanacağı ve bunların işleme nasıl konulacağına yönelik stratejilerin geliştirilmesi, dijital belediyecilikte hedeflere ulaşılmasını da kolaylaştıracaktır. Bu süreçte dijital belediyeye geçiş, yerel yönetimlerdeki reform politikalarının bir parçası olarak da değerlendirilmektedir.


Bu kapsamda dijital belediyecilik; sadece bilgisayar ya da internet ortamının varlığı veya internet aracılığı ile hizmet yada yerel yetkili bulunması olarak görülmemelidir. Bu kapsamda toplum için yerel önderliğin, demokratik sorumluluğun ve toplumsal katılmanın bir aracı olarak da düşünülmelidir. Dijital belediyecilik ile; şu anda var olan süreçlerin daha ileri bir değişime uğraması, vatandaşlar ile etkileşime geçme ve bir dizi hizmet için organizasyonların yeniden düzenlenerek örgütlenmede köklü bir değişimin sağlanması; belirlenen/tanımlanan yerel özgürlüklerin ve yönetim içinde karar vermenin yerel yetkililerle paylaşılması, hizmetlerin biçiminin değiştirilmesi için yeni bir teknoloji kullanılması, yerel hizmetlerin daha iyi, daha uygun maliyetli ve daha ulaşılabilir hale getirilmesi ve yerel demokrasinin  geliştirilmesi olarak belirtilebilir. 


Esasında dijital belediyecilik, bilgi, hizmet ve ürün ticaretinde bilgi teknolojilerinin kullanılarak etkin bir yönetim ile performans, verimlilik ve hizmette kalite artışını hedefleyen yeni bir yönetim anlayışıdır. Aynı zamanda bürokratik oligarşinin azaltılması ve etkinliğinin ortadan kaldırılması, kaynak ve zaman tasarrufu sağlamak amacıyla yerel kamusal hizmetlerin elektronik ortama taşınması süreçlerini de içermektedir. 


Dijital belediyecilik kapsamında son yıllarda dünya genelinde insanların gündelik hayatını kolaylaştırmak ve iyi yönetim ilkelerini yerel yönetimlerde uygulamak amacıyla birçok dijital uygulama görülmeye başlanmıştır. Bunlar arasında öncelikle; wi-fi hizmeti, yönetim ve raporlamayı sağlayan e-belediye yazılımı, elektronik ortam-web hizmetleri, kişiselleştirilmiş seyahat kart yönetim sistemi, makine ve sürücü verimliliğini artırma projesi, e-imza uygulaması, e-devlet kapısı entegrasyonu, cepte mobil uygulaması, araç takip sistemi, ilan reklam online denetleme sistemi, coğrafi bilgi sistemi, kurum içi iletişim, merkezi haberleşme yönetimi, akıllı yazıcı ve baskı kontrol sistemleri sayılabilir.  


Bunların yanında, yerel yönetimlerde uygulanan trafik canlı yayın kameraları, güvenlik kameraları sistemi, kameralı araç takip sistemi, yaka kamera sistemleri, e-sağlık uygulamaları, turistik canlı yayın kameraları, müzeler sesli rehber sistemi, üç boyutlu mobil turizm atlası, hafriyat takip sistemi, tıbbi atık yönetim sistemi, bina içi akıllı aydınlatma otomasyonu, akıllı sinyalize kavşaklar, yeşil dalga sistemi, değiştirilebilir mesaj işaretleri uygulamaları, lokasyon bazlı sms bilgilendirme projesi, araç içi internet projesi, asansör, yürüyen merdiven, aydınlatma sistemlerinin, saha panoları vb. takibi, usb şarj üniteli ve/veya wi-fi hizmeti sunabilecek kent mobilyaları projesi, altyapı ruhsat online başvuru ve denetimi, uçtan uca akıllı cadde, bulvar projesi, akıllı trafik izleme yönetim sistemi ve merkezi kurulumu, akıllı otoparklar, mobil ödeme, dijital kütüphane gibi birçok uygulama hem insanların hayatını kolaylaştırmakta hem de zaman ve kaynak tasarrufu sağlamaktadır. 

Bu dijital uygulamalarla birlikte yerel yönetimlerde verimlilik ve hizmet kalitesi artmakta ve devlet-vatandaş ilişkisi farklılaşmaktadır. İnsanlar ulaşmak istedikleri bilgiye, resmi evraklara ve hizmetlere daha az bürokratik işlemle daha hızlı bir şekilde 7 gün/24 saat erişebilmektedir. Böylece bir yandan yerel yönetimler saydamlaşmakta diğer taraftan vatandaşlar da devletin karar mekanizmalarında daha aktif olarak yer almaktadır.

Görüldüğü gibi yerel yönetimlerde söz konusu bu dijital uygulamaların kullanılması hem yerelde yaşayanlar için hem de yöneticiler için büyük faydalar sağlamaktadır. Yerel yönetimlerin geleceğinde bu imkanlardan artan oranda yararlanabilmek için, teknolojik değişime sürekli açık olmak ve dijital belediyecilik uygulamalarını artan ivmede sürekli yaygınlaştırmak gerekmektedir.  


Yerel Yönetimlerde Sayı Azaltma, Yalın ve Esnek Örgütlenme 

Yukarıda ana hatlarıyla değinildiği gibi küreselleşmenin etkisiyle birlikte yerel yönetimlerde meydana gelen düzenlemeler bütün alanlarda etkisini göstermektedir. Bu durumun yakın gelecekte katlanarak artacağı rahatlıkla söylenebilir. Yerel yönetimlerin; örgüt yapılanmasında, personelinde, mali durumunda, sorumluluk ve hesap verebilme anlayışında, katılıma yönelik uygulamalarda, modern yönetim tekniklerini kullanmada, yerel kamu hizmetlerinin sunum biçiminde ve benzeri birçok yeni alanda önemli değişimler olmakta söz konusu bu süreci ise verimliliğe, etkinliğe dönük arayışlar şekillendirmektedir. Sürecin ayrıntısına geçmeden önce söz konusu bu gelişmeler şu şekilde özetlenebilir:

  • Performans yönetimini ve mali yapıdaki reformu da kapsayan yeni kamu yönetimi ve işletmeciliği tipi reformlar, yerel yönetimlerin değişiminde önemli rol oynamaktadır. 

  • Kamu hizmet sunumunda giderek artan ölçüde özel sektör etkisi görülmekte, kamu ve özel aktörlerin oluşturduğu yönetişim ağı yaygınlaşmaktadır. 

  • Bazı ülkelerde gerçek siyasal ve finansal özerkliği sağlamak için kurumsal değişimler beklenmektedir. Desantralizasyon ve yetki devriyle karar verme yetkisi yerel düzeye verilmekte, devletin dönüşümünde yerinden yönetimin rolünün farkına varılmaktadır. 

  • Alansal reformlar ve yerel birimlerin birleştirilmesi uygulamaları yaygınlaşmaktadır. Bu durum belediyeler arasında işbirliklerini de geliştirmektedir.  

  • Dijital belediyecilik uygulamaları önemli bir etki alanı oluşturmaktadır.  

  • Katılımın geliştirilmesi ve demokratikleşme arasındaki ilişki sürekli tartışılmaktadır. Daha fazla doğrudan demokrasi uygulamaları vatandaşları güçlendirmektedir.  

  • İnsan kaynakları yönetiminin modernizasyonu yoğun olarak gerçekleştirilmektedir. 

  • Kamu hizmet etiği ile ilgili kaygılar gündeme gelmektedir. 

  • Reformlar ya da merkezileşme ile ilgili şüpheler yerel yönetimlerin gelişimini geciktirmekte ve yavaşlatmaktadır.

Kamu hizmet sunumunda giderek artan ölçüde özel sektör etkisinin hissedilmeye başlanmasıyla yerel yönetim birimlerinin sayılarının azaltılması ve daha etkin hale getirilmesi hususunda kamuoyunca bir baskı oluşturulmaya başlanmıştır. 1970’li yıllardan sonra Avrupa ülkelerindeki yerel yönetim reformlarının ilk basamağını, küçük ölçekli yerel yönetimlerin birleştirilmesi ve bu yolla daha geniş ölçekli birimlerin meydana getirilmesi oluşturmuştur. Bu reformlar daha sonraki diğer reformların yapılabilmesi için gerekli zemini hazırlamıştır. Yerel yönetimlerin sayısal çoğunluğu ve dağınıklığı yerine, giderek yerel yönetimlerin birleştirilmesi, sayılarının azaltılması yoluna gidilmiştir. Bunun için en temel ölçüt, hizmetlerin en verimli, etkin yürütülebileceği boyuttur. Etkinlik kriterine göre bakıldığında yerel yönetimlerin ölçeğinin alan alarak büyütüldüğü görülmektedir. 

20. yüzyılda yerel yönetimlerde yapılan reformlar da bu durum açıkça görülmektedir. Ancak etkinlik adına büyüyen yerel hizmet alanlarının, “ölçek ne kadar küçükse o kadar çok demokrasi olacağını” ifade eden liberal anlayış ile bir tezatlık oluşturduğu da ifade edilmektedir. Küçük yerel yönetimlerin daha fazla kişisel katılım olanağı sağladığı, vatandaşın yerel politikacı ve liderler arasında yüz yüze iletişim kurma imkanının olduğu, böylece demokratik seçim mekanizmasının daha sağlıklı olacağı belirtilmektedir. Bu kapsamda vatandaşlara yakın olan komün anlayışının tekrar geri getirilmesi için büyük belediyelerin bölünmesi gündeme gelmiştir. Büyük yerel yönetim birimlerinin ekonomiklik ve maliyet etkinliği açısından tercih edildiği ifade edilmekte ancak yerel yönetim anlayışının sadece ekonomik etkinliğe indirgemenin doğru olmadığı da belirtilmektedir.


Yerel yönetimlerin yönetim ve örgüt yapılanmasındaki değişimler giderek artan bir şekilde küresel ve bölgeselde olanın yereli, yerelde olanın bölgeseli ve küreseli etkilemesi olgusu, artık yereli geleneksel anlayışla kavramanın yeterli olmadığını ortaya koymaktadır. Bundan dolayı, yerel yönetimlerin neyi yönettiklerinin yeniden tanımlanması gerekmektedir. Küreselleşme sürecinin etkisi ve yeni yönetim anlayışlarının gelişmesiyle birlikte yerel yönetimlerin yönetim ve örgüt anlayışlarında yeni eğilimler ve yöntemler gelişmeye başlamıştır. Günümüz bilgi toplumunda baskıcı, merkeziyetçi, model ve anlayışların işlerliğini ve popülerliğini yitirdiği görülmektedir. Bunun yerine âdem-i merkeziyetçi, güçlü yerel yönetim ve demokrasiye dayalı anlayış ve modeller önem kazanmaktadır. Kentlerin nüfuslarının artması, kentleşmenin hızlanması ve küreselleşme ile artan rekabet ortamında, yeni sürecin temel özneleri olan yerel yönetimlerin buna uygun örgüt yapıları ve işleyiş sistemleri geliştirmeleri bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.


Son yıllarda gerek Avrupa ülkelerinde gerekse dünyanın diğer bazı gelişmiş ülkelerinde yerel yönetimlerde dinamik gelişmelerin olduğu görülmektedir. Birçok ülkede yerel yönetimlerin geleneksel liderlik ve yönetim anlayışları dönüşüme uğramaktadır. Uzun süreden beri devam eden uygulama ve prosedürler sorgulanmakta, demokratik ve yönetimsel yenilikler geliştirilmektedir. Dinamik yenilikçi kentler geleneksel yerel bürokrasilerin işleyiş yöntemlerinden uzaklaşmaktadırlar. Daha dinamik kent yönetimleri yerel yönetimlerin etkinlikleri açısından önemli farklılaşmalar ve yeni davranış modellerini ortaya çıkarmaktadır. 


Günümüzde yerel yönetimlerin hizmet sunmada öne çıkmalarına paralel olarak yetki ve kaynaklarının arttırılmasına yönelik olarak yasal ve kurumsal çalışmalar yapılmaktadır. Ayrıca yerel yönetimlerde, halkın katılımını, başarıyı özendiren ve ödüllendiren bir yaklaşımla, bilgi toplumu değerlerini merkeze alan yeni çağdaş yönetim tekniklerinin geliştirilmesi ve kurumlaştırılması gerekmektedir. Bunun için yerel yönetimlerin kurumsal yapısının iyileştirilmesi ve yönetimin geliştirilmesi oldukça önemlidir. 


Yerel yönetimlerin örgüt ve yönetim anlayışında gündeme gelen yeni yönelimler, yerel yönetimlerde yalın ve esnek örgütlenme, profesyonel yöneticilik, yerel idarecilikten girişimci yerel yönetime dönüşüm ve istihdam biçimlerinde meydana gelen değişimler olarak dikkat çekmektedir. Günümüz bilgi toplumu anlayışında büyük, hantal ve bürokratik örgütlenmeler, harekete geçme, hızlı karar alma, alınan kararları anında uygulayabilme yeteneği noktasında yetersiz olduklarından işlevlerini önemli ölçüde gerçekleştiremez olmuşlardır. Bunun sonucunda küçük ve esnek organizasyon ve yönetim anlayışı bütün kurum ve örgütlerde daha çok tercih edilir olmuştur. 


Yalın yönetim kavramı, 1990’da yayınlanan “Dünyayı Değiştiren Makine” kitabının yazarları J.P. Womack, D.T. Jones ve D. Roos tarafından, yönetsel ve organizasyonel alanda, Japonların otomotiv sektöründe yarattıkları bir devrim olarak ifade edilmiştir. Daha çok üretim süreçlerinin sadeleştirilmesini hedefleyen bu yalınlık, her türlü gereksizliklerden arınmış bir sistem olarak tanımlanmaktadır. 


Üretim sisteminde görülen bu yeni anlayış daha sonra 1990’larda yönetimde yalınlık arayışlarını ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede, katılımcı karar sistemleri geliştirilmeye, ast ve üst yönetici sayıları azaltılmaya ve bilgi işçisi kavramı ön plana çıkartılmaya başlanmıştır. Geleneksel piramit örgüt yapısı yerini, yatay örgütlenmeye bırakmış, astla üst arasında 

96 görüntüleme0 yorum

コメント


bottom of page